Gerçek acının lezzetini hissedeceğiniz gerçek bir Adana gezisi!
Bir şehirde insanlar nasıl bu kadar çok yemek yiyebilir diye düşünüyordum kiii; Adana'ya gidene kadar. İnsan öyle lezzetli etlerin tadına bir kere bakınca her gün yiyebileceğini anlıyor. Neyse ki Adana'da bir gün kaldık da fazla kilo almadan dönebildim :)

Mersin yazımı okuyanlar bilir. Mersin'den akşam trenine binip geçtik Adana'ya. Orada bizleri misafir eden Adana'lı arkadaşlarımızın bizi Adana Gar'ından karşılamasıyla başlamış oldu aslında ziyafet şöleni :) Bütün gün Mersin'de yemiş olmamıza rağmen akşam yemeği zamanı gelmişti; hem zaman kısıtlı hem yemek çok olunca hem Adana kebabı hem ciğeri en iyi yiyebileceğimiz yerlerden birine gittik: Ciğerci Bedo. Kebap ve ciğerden önce gelen salataların, mezelerinden her birinden tutun ağzımıza attığımız her bir lokma ete kadar keyifle yemek yedik. Yanına da buralara gelmişken vazgeçemeyecek içeceğim hale gelmiş olan gerçek bir şalgamı eksik etmedik. Yemeklerimiz bitince üzerine ikram edilen çayı ise yediklerimin tadı gitmesin diye istemeye istemeye içtim :)



Malum zaman az. Ertesi akşam 7'de uçağımız var. Bu yüzden gezdiğimiz her an bize kar diye düşünerek akşam gözüyle Seyhan'ı görmek istiyoruz. Havanın güzelleşmesini fırsat bilen Adana halkı ellerinde mangallarla buraya dökülmüş. Bir tarafta oynayanlar diğer tarafta gölün güzelliğine karşı keyif yapanlar.. Gerçekten çevrenize bakarak bile mutlu olabilirsiniz burada. Biz mangal keyfimizi yarına sakladığımız için göl kenarında oturarak manzaranın keyfini çıkarmayı tercih ediyoruz. Arkadaşım rehberimiz olarak sorduğum her yeri anlatıyorlar çevrede. Yarın bir de gündüz gözüyle göreceğiz burayı. O yüzden iyice pekişmiş oluyor Seyhan bende :)



Buradan sonra, birçok kişinin denediğime şaşırdığı bir lezzet tatmaya gidiyorum. Şırdan :) Yeme içme konusunda meşhur olan şeyleri beğenmeme ihtimalim olsa bile tatmayı tercih ediyorum, sonrasında keşke dememek için yerinde öğreniyorum. Bu yüzden şırdan konusunda da oldukça hevesli giriyorum Şırdancı Cumali'ye. Gece saat 23.00 olmuş ama o ne kalabalık. Oturacak yer zor buluyoruz. Kadını erkeği kaçar tane yediklerini sayamıyoruz. İçeri girdiğinizde hafif sakatat kokusunun da olduğunu üzülerek belirtmeliyim. Ama arkadaşım kadar etkilemiyor beni, sakatat yiyebildiğimden sanıyorum. Boş bir masa bulup oturuyoruz. Anlaşılan arkadaşım buranın müdavimi; iki el hareketiyle anlatıyor istediklerini. Gelen şırdanın üzerine kuralına uygun şekilde limon, acı biber ve kimyon ekiyoruz. Görüntüsüne bakarak tadını kötü hissetmemek adına dilimleyip yiyorum. Ve gerçekten beklentimin çok daha üzerinde bir lezzet çıkıyor karşıma. Fazlasıyla tok olmamdan dolayı yalnızca 1 adet yiyorum ama 1 adet olsa da beğenimi kazanmaya yetiyor; Adanalılara hak veriyorum. Ama yine de yan masamızda 19. şırdanını yiyen abilerimize hak veremiyorum :)



Şırdanla kapattığımız bir akşamda buraların meyvesini yemeden uyumuyoruz. Gerçekten meyve en organik haliyle yerinde güzel. Portakalların içerisine şeker katılmışçasına tatlı. Akdeniz'e geldiğinizde eğer ki taşıma imkanınız olursa evinize torba torba meyveyle dönmelisiniz.
Sabah hoş sohbet eşliğinde yapılan kahvaltımızın ardından başlıyoruz gezintimize :) Elimizde gitmek istediğimiz yerlerin yazılı olduğu bir kağıt, yanımızda 3 Adanalı arkadaşımız. Nereye istersek 10 dakika içinde kendimizi orada buluyoruz :) İçlerinden bi arkadaşımızın ise buralı olmasına rağmen birçok yeri bizimle birlikte ilk kez gezmesi, 3 turistmişiz hissi yaratıyor bize :D

Gezimize daha da kalabalık olmadığı bir zamanda görebilmemiz adına Taş Köprü'yü görerek başlıyoruz. Bu köprü; Dünyanın şehir içi trafikte kullanılan en eski köprüsü olması köprüye daha büyük önemle bakmamızı sağlıyor. Köprünün batı ucunda Türkiye`nin en büyük camiisi Sabancı Merkez Camii (Daha büyüğünü Diyarbakır'da yapılması için çalışmalar hala sürüyor) , doğu ucunda ise HiltonSA oteli bulunuyor. Köprü yıllar öncesinde 21 gözlüymüş. Ancak nehir ıslahı sırasında 7 göz sular altında kaldığı için 14 göz olarak görüyoruz. 2007'de tamamlanan restorasyondan sonra ise köprü araç trafiğine kapatılmış olup sadece yaya geçişine imkan sağlıyor. Uzunluğu ise 310 m olup Evliya Çelebi'ye göre de 50 adım olarak belirtilmiştir.


Taş Köprü üzerine çıkıp çevreyi gezdikten sonra Tarihi Büyük Saat Kulesi'ne geçiyoruz. Burası Taş Köprü'den yürüyerek gidebileceğiniz mesafede. Buranın da Türkiye'nin en uzun saat kulesi (32 m) olduğunu öğrendikten sonra Adana'ya Türkiye'nin "en"leri özelliğini yüklüyorum :) Bu kule Fransızların Adana'yı işgali sırasında Ermeniler tarafından yağmalanıp tahrip edilmiş ancak sonrasında Cumhuriyet döneminde onarılmış. Kulenin içinde hem yukarı çıkan hem de yerin altına inen bir merdivenler bulunuyor. Hatta söylentilere göre yerin üstünde olduğu kadar yerin altında bu kulenin temelleri bulunuyormuş.



Saat Kulesi'ne giderken önünden geçtiğimiz Seyhan Kaymakamlığı; bina olarak oldukça görkemli duruyor.

Karşısında bulunan Ulus Parkı ise banklarda oturup Taş Köprü ve Seyhan manzarası izleyerek minik bir mola vermek için oldukça ideal. Meşhur Adana yazısıyla bir hatıra fotoğrafınızı bu parkta çektirmeyi unutmayın :)

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde 'Eski Cami' olarak geçen Yağ Camii'ne doğru ilerliyoruz saat kulesinden. Caminin ismi ilginç geliyor ve geçmiş zamanlarda cami önünde kurulan yağ pazarından geldiğini öğreniyorum. Geçmişte kilise olan bu yer Ramazanoğlu Halil Beyin emriyle 1501 yılında camiye çevrilmiş. 54 yıl sonra ise Piri Paşa tarafından medrese, 1525 yılında yani 24 yıl sonra da caminin minaresi yapılmış. Mimari olarak diktörtgen şeklinde olan bu cami günümüzde yanındaki medrese ve külliyesiyle birleşmiş olarak hizmet vermektedir.


Camiden çıkıp yine yürüyerek gidebileceğimiz Bebekli Kilise'ye ilerliyoruz. Ancak gittiğimizde kilisenin yalnızca 2 saat açık olduğunu öğrendiğimizden içine giremiyoruz. Yine de dışarıdan inceleyip gezimize devam ediyoruz. Kilisenin tepesinde 2.5 metre boyunda bulunan Meryem Ana heykeli o küçük kiliseye daha ihtişamlı bir görüntü katmış. Kilise hem Katolik hem Protestan cemaati tarafından ortak olarak kullanılmaya devam ediyormuş.

Sırada Türkiye'nin en büyük camii var: Sabancı Merkez Camii. Cami, şehrin hemen hemen her yerinden görülebiliyor. 1988 yılında Hacı Ömer Sabancı Holding ve TEV ortaklığıyla yapımına başlanan cami 1998 yılında hizmete açılmış. Caminin her bir parçasında ise farklı bir anlam yüklü. 4 yarım kubbesi; 4 halife ve 4 mezhebi, 5 kubbesi; İslam'ın 5 şartı, 6 minaresi ise; imanın 6 şartını simgeliyor. Ayrıca 32 metre çaplı ana kubbesi; 32 farza, avludaki 28 kubbe ise Kur'an'da geçen 28 peygambere işaret. 40 penceresinin bulunması hem Hz. Muhammed'in peygamber olduğu yaşı hem de 40 rekat namazı gösteriyor. Son olarak 99 metre uzunluğunda bulunan minareleri de Allah'ın 99 ismini belirtiyor.



Cami hem Adana Merkez Parkı içerisinde hem de Seyhan yanında güzel bir şekilde konumlanmış. İçi Selimiye'ye genel plan olarak ise Sultanahmet'e benzeyen bu cami araştırmacılara hizmet vermek için bir de dijital kütüphane içeriyor.

Cami sonrası gezdiğimiz Adana Merkez Parkı; caminin yanında olabildiğine büyük yeşil-dev bir oksijen alanı. Dinlenmek için bankların bulunduğu bu park hem bir piknik köşesi hem de oldukça büyük bir arazide olduğundan Adana'daki açık hava konserlerinin tercih edilen noktası. Park gibi açık yerlerde vakit geçirmekten hoşlanıyorsanız kafelerde oturup ferahlamak için soğuk bir şeyler içebilirsiniz.


İnternetten bulduğum bu resimde parkın ne kadar büyük olduğunu görebilirsiniz.
Biz mola noktasını park olarak seçmek yerine Adana denince akla gelen 3 yerden biri olan Kazım Büfe olarak belirliyoruz. Allahım muzlu süt böyle güzel bir şeymiş de karşımıza çıkması için Adana'ya mı gitmemiz gerekiyormuş :) Bu nasıl bir lezzet, nasıl bir ferahlıktır.



Gerçekten hayran oluyorum bu süte. Yapılışını ise defalarca izliyorum. Sizler için çektiğim video'ya buradan ulaşabilirsiniz. Muzlu sütün olayı içine katılan malzemeleri veya bunların karışımı olduğu kadar sütün o peltelenmiş kıvamı. Buzdolabında uzun süre bekletilen sütün bu kıvamı muz ve şekerle karışınca beklentinizin kat ve kat üzerinde bir lezzet çıkıyor karşınıza. Burada ilgimizi çeken diğer bir şey ise 1 muzlu süt istediğinizde size 2 bardak süt veriliyor olması. 1 büyük, 1 küçük bardak.

1 muzlu süt ile 2 kişi çok güzel ferahlayabilir; ancak buralı arkadaşlarımızın 2sini de ben daha ilkindeyken bitirmesi detayını da söylemeden geçemeyeceğim :) Buradaki diğer meşhur şey ise yengen tostu. Biz fazlasıyla tok olduğumuz için yiyemiyoruz ama gelip yiyen herkes her ısırıklarındaki surat ifadeleriyle bile canımızı çektiriyor :)
Verdiğimiz bu lezzetli mola sonrasında gezmeye devam ediyoruz. Dilberler Sekisi; hatta birçok kişinin Dilberler Sekizi diye bildiği bu yer Seyhan'ın yanında bulunan büyük bir mesire yeri. Yürüyüş yapmak için nehrin yanında uzunca bir yol bulunuyor. Ayrıca yol boyunca dizilen balonlardan silahla balon vurmanın burda bir gelenek haline geldiğini anlıyoruz :)




Sekiden karşıya geçmek için bir 'Gençlik Köprüsü', Adanalıların ise sallanan köprü adını verdikleri köprü bulunuyor. Sallana sallana karşıdaki Yaşar Kemal Korusu'na geçiyoruz. Oldukça büyük bir piknik alanı haline gelen koruda mangal kokuları bizi şimdiden akşam yakacağımız mangal için heveslendiriyor :) Salıncaklarda sallanarak, yoruldukça banklarda keyif yaparak havanın güzelliğinde mükemmel vakit geçiriyoruz.

Keyifli vakit dediysem piknik alanında dinlenmek de keyifli vakit sayılabilir :)
Eve gitmeden Adana denince akla gelen, adını ilk duyduğumda şaşırdığım buranın meşhur ferahlatan tatlısı Bici Bici'yi yememiz gerekiyor. Bunun için de güzel bir manzarada keyif yapıp yiyebilmek, biraz da arkadaşlarımızla oyun oynayıp zaman geçirebilmek için için Seyhan yanındaki Cengiz'in Yeri'ni tercih ediyoruz.

Bici Bici; buz, nişasta, gül suyu, pudra şekeri ve meyvelerin serpildiği bir tatlı. Deniyorum ama bana oldukça soğuk geliyor, bir de sanırım içerisindeki nişasta parçaları bana hitap etmiyor :) Ama arkadaşlarımın bir kase bici biciyi yeme hızları beni şaşırtıyor :) Adana için bir kebap, muzlu süt kadar olmazsa olmaz değil ama yazın kavurucu sıcaklarında kesinlikle serinliği aratacak bir lezzet olarak aklımda yer ediniyor.

Burada otururken Seyhan'ın orta yerinde yer alan küçük bir kara parçası ilgimi çekiyor. Sevgi Adası diyorlar bu minik yere. Ulaşımın sadece kenardaki teknelerle sağlandığı bu yer Adana'lı çiftlerin takıldığı, evlenme tekliflerini ettiği bir yermiş; buranın aşıkları için özel anlaşılan :)

Akşamüstünün hafif serinliğinde yürüyerek arabamıza gidiyoruz. Adana gezisini tamamlamanın hüznü, çok farklı bir kültürü tanımanın verdiği mutluluk var üzerimizde. Duygu karmaşasıyla arkadaşımızın evine gidiyor, burada yaptığımız mangal ziyafetinden sonra uçağımıza gidip yağmurlu İstanbul'a dönüyoruz.
Bu arada; hava alanına üzgün bir halde gitmişken, bir görevlinin bize uçak koltuklarımızı değiştirme talebinde bulunmasıyla üzüntümüzü unutuyoruz. Neden olduğunu sorgularken bir anda kendimizi business class yolcusu olarak buluyoruz; 20 TL'ye business'ta uçunca üzüntü falan kalmıyor tabi :) Uçak Ankara aktarmalı olduğu için bizim koltuklarımızda Ankara'dan yolcular oturuyormuş, bu yüzden businessta uçma şansını yakaladık :)

Bu da her ne kadar yorgun olsak da 20 TL'ye business yolcusu olma mutlulugu olarak kalsın :)
Gördüğünüz gibi her bir gezi, yeni bir şans :) Fırsatları yakalamak için oturduğunuz yerde beklemeyin, harekete geçin :) Hem ülkemizde böyle güzel lezzetler varken, böyle orjinal kültürler varken siz niye hala oturuyorsunuz? Belki de şansınız sizi Adana'da bekliyordur. :)
Adana, size hem yeni bir kültür hem de midenize bir ziyafet sağlayacak. İnsanı kendine getiren geziler vardır ya, işte Adana size yaşadığınızı bir kez daha hissettirecek :)
