Gerçekten gözlerimle gördüm bir insanın geçmişinin nasıl sular altında kalabildiğini. Yerlisinden dinledim, dinlerken ben duygulandım o nasıl böyle duruyor kendini nasıl alıştırmış anlayamadım. Diyor ki ‘Ben yedi göbektir Halfeti’liyim. Burası benim okulumdu, burası sağlık ocağımız, en çok burada top oynardık..’ Gösterdiği yerler ise sadece su. Suyun altında o amcamın 40 yılı gömülü. Göremiyor ama biliyor, anlatırken gözlerinden görüyorsunuz. Her anlatışında sanki yeniden yaşıyor sulara gömülen geçmişini unutmamak istercesine.
Tam olarak böyle olmuş Halfeti’de. Kim bilir kaç tane ailenin geçmişi sular altına gömülmüş. Öncelikle nasıl ulaştığımıza ve Eski Halfeti’ye nasıl geçtiğimizi anlatayım size. Haritadan bakarak Şanlıurfa’ya oradan öncelikle Yeni Halfeti ardından Eski Halfeti’ye geçiliyor. Yolda arabayı kenara çekip durduğumuz yer, sanki bir Ege kentindeymişiz hissi yaratıyor hepimizde. Gördüğümüz su sanki deniz, sanki altında bir şehir barındırmıyor gibi, Eski Halfeti’ye gitmeden anılarını tam olarak bilmediğimiz bu su bize güzel bir manzaradan ibaret geliyor başlangıçta. Birkaç fotoğraf molasından sonra Eski Halfeti’ye devam ediyoruz.

Antep’teyken aradığımız tekne turu bizi girişte karşılıyor. Askeriyede karşılayan kişilerin yol tarifinden sonra arabayı park edip tekneye bineceğimiz yere geliyoruz. İndikten sonra bir süre konuşamıyoruz hayranlıktan. Dalyan’a benzetiyorum burayı, okuduğum kadarıyla yaşanmışlığını bildiğimden daha da etkileyici geliyor bana. Vakit kaybetmeden teknemize geçiyoruz. Sağolsunlar çok yardımcı oluyorlar. 4’ümüz için hareket ediyor tekne, sular altında kalan şehir üstünde tura başlıyor. Ne müzik istersek onun çaldığı teknede, müzik bizim için bir fondan ibaret oluyor bu çevrenin karşısında. Tam öğlen saati olmasıyla güneş tepemizde, montlara bile gerek kalmıyor Fırat’ın ortasında.

Mağara hikayeleri, rum kale, müzikler, suyun altına bakıp gördüklerimizle ilerliyoruz yavaş yavaş. Liseli kaptanımızdan öğrendiğimize göre Birecik barajı yapımıyla Fırat nehrinin birleşmesi sağlanmış. Bütün ev, tarla sahiplerine büyük mevlalarda paralar verilmiş. Neredeyse herkes kabul etmiş, etmeyen azınlık ise mecbur parayı alıp susmuş. Para bitince başlamış yakınmalar.. O insanların ne duygularla bunu yaptığını hiçbirimiz bilemeyiz, ama hiçbiri için kolay olmamıştır geçmişini sulara gizlemek.


Halk Yeni Halfetide yaşamaya başlamış, bir kısmı burada turizm gelişince teknecilik yapmaya başlamış. Teknecilikte de para konuşmuş tabi, yalnızca iki tekne turu Halfeti’nin yerlisinin turuymuş. Biz tamamen şans eseri yerli Halfeti turunu tercih etmişiz, mutlu olduk buranın halkına kazandırdığımız için. Öğrendiğimiz kadarıyla yetişmeyen hiçbir meyve ağacı yokmuş burada. Geçmişi düşününce o çeşitliliğin yok olduğuna da üzülüyoruz. Ama farklı bir şey daha var burada. Halfeti’nin siyah gülü meşhurmuş. Bilirsiniz şu meşhur dizi Karagül’ün çekildiği yer de Halfeti. Meğersem dizideki evler tamamen dizi için yapılmış tepelere. Siyah güle gelince de bakınıyoruz ama mevsimi olmadığından olsa gerek, göremiyoruz.


Rum kale; Halfeti’nin simgesi haline gelen doğayla uyumundan dolayı “Kayalığın nerede bittiğini, insan eserinin nerede başladığını söyleyebilmek çok zor.” sözlerini Moltke’ye söyletebilen mükemmel mimariye sahip. Normalde kaleye tırmanış yapılıyorken, tadilat olduğu için biz burada mola veremiyoruz. Konum olarak da 3 baraj gölünün tam orta yerinde kalıyor, 3 barajı da görüyor bu kale. Bir tarafı Antep, bir tarafı Urfa kalenin. Kalede elle oyularak yapılmış kiliseleri de görüyorken kaptanımız İncilin johanna bölümünün yazıldığı yermiş burası diye bilgi veriyor bize. Teknenin her ilerleyişinde yeni bir efsane, yeni bir hayranlık kaplıyor bizi. Nergis çiçeklerinin kokusunun güzel olması bile efsaneye bağlanmış burada. Rum kalede her kızın hayran olduğu kralın oğlu kalede yaşarmış. Yalnızca kralın ihtiyacını karşılamak için su almaya inen oğlan, suyun yansımasıyla kendine hayran kalmış. Kral oğlunu kendine hayranlığından kurtulması için bir yere hapsetmiş, oğlu da kendini sulara atmış ve sonradan nergis olarak ortaya çıkmış. O yüzden burda nergizler daha bir güzel görünür, daha bir güzel kokarmış.


Rum Kale’den sonra ulaşımın karadan kesilmiş olduğu Savaşan Köyü’ne geliyoruz. Halfeti yazdığımızda gördüğümüz cami minaresi çıkıyor karşımıza. Tekneyle yanından geçerken suyun içinde çatısını görüyoruz. Ve sonra başka bir çatı daha.. Orayı da görelim orayı da görelim darken mola veriyoruz su kenarında. Amcamız çaylarımızı hazırlarken mağaraya çıkıyoruz. Herhalde yazın burada bazı gösterimler oluyor ki mağaraların bazılarına ekran kurulmuş diye düşünüyoruz. Burada yaşıyor çaycı amcam. Koymuş mağaraya yatağını, benim işim bu çay yapıyorum gelene diyor. Geçmişini anlatıyor buruk bir gülümsemeyle. Sohbet bitmesin istiyoruz, teknenin kalkma vakti geliyor.



Yarısı sular altında kalan camiye rastlıyoruz önce, maalesef yine yazılar yazılmış birçok yerine. Ama bu bile engelleyememiş güzelliğini. Fotoğraflarda gördüğüm Mardin havasını yaratıyor gözümde. Biraz ilerleyince ‘Halfeti Gerdanı’ denen uzun köprüye gidiyoruz. Sallana sallana geçiyoruz karşıya, karşıda bir şey yapacağımızdan değil de bu güzelliği karşıdan da görelim istediğimizden.


Yine birçok hikayeyle ama artık her şeyin daha da farkında dönüyoruz teknenin bizi aldığı yere. Kişi başı 20 TL ödüyoruz, fazlasıyla değdiğini düşünüyoruz. Bir de ikram edilen keyif kahvesiyle turun zevkini cilalıyoruz. Yemek de yiyeceğiz ama bir yürüyelim istiyoruz içinde.

Birçoğunda ‘Karagül seti burada yemek yedi’ yazan asma lokantaların arasından geçip, tekneye bindiğimiz restoranı tercih ediyoruz. Buranın meşhur olan ‘Şabut balığı’ndan alıyoruz bir de ‘Haşhaş Kebabı’. İkisinin de Halfeti’ye özel olduğunu öğrendiğimizden ikisinden de tatmak istiyoruz. 4’ümüz bölüşüyoruz yine, yetiyor bize. İçeceklerimizle kişi başı 15 TL ödeyip kalkıyoruz. Balığın lezzeti pek bize hitap etmese de ikisini de lezzetsiz bulmuyoruz.


Hüzünle kalkıyoruz buradan, son fotoğrafımızı çekiliyoruz yapmacık gülümsemelerle. Belki bidaha göremeyeceğiz burayı bu güzelliğe doyasıya bakmak istiyoruz. Ama hava kararıyor, Gaziantep’e dönme vakti.

Arabaya binince hayatımızda bu güzelliği gördüğümüz için ne kadar şanslı olduğumuzu düşünerek motive ediyoruz kendimizi, batmakta olan güneşle pembeleşen gökyüzü de bize en güzel ‘Elveda’sını sunuyor.
Bunlar da bizim mutluluğumuzdan kalanlar :)



Zamanınızı ayırıp okuduğunuz için teşekkürler, umarım en az benim kadar zevk alacağınız bir gezi olur. Gezi ile ilgili her konuda yardımcı olmaktan memnun olurum :)
